Down By Law / İçerdekiler (1986)

Jim Jarmusch ile çok geç tanışmış biri olarak çok pişmanım yazmayacağım. Şu an 44 yaşındayım ve bence çok uygun bir zaman. Stranger Than Paradise ilk izlediğim filmiydi ve şaşırtıcı derecede hayran kalmıştım. Bu arada Mubi’ye de teşekkür etmek lazım gerçek sinemanın ne olduğunu görmemi sağladı.

Roberto Benigni, John Lurie ve Tom Waits böyle bir başrol kadrosu var. Oyunculuk konusunda Roberto Benigni diğerlerinin çok çok üzerinde olduğundan, o sahneye girene kadar, vasat bir oyunculuk izliyoruz. Bu bilinçli bir tercih midir bilemiyorum.

Bir DJ, bir pezevenk ve bir katil aynı hücrede buluşurlar. İlk ikisi kandırılarak, katil olan ise yanlışlıkla katil olarak gelir hücreye ve kaçma planı da gecikmez tabi.

Jim Jarmusch’un neden bu denli etkileyici bir sinema dili olduğunu düşünüyorum bir kaç gündür. Aynı şarkıyı farklı seslerden dinleyip birinden çok daha fazla etkilenmek gibi zira orada ses renkleri, buğusu, gücü … falan çok etkileyici; sinemada ise görsel, oyunculuk, konu, kurgu… falan önemli, tam bu noktada sanki bunların hiç birini yapmasa muhteşem bir film ortaya çıkartıyormuş gibi hissediyorum.

Jarmusch izlediğim zaman bir sıkışmışlık hissi uyanıyor bende. Önce alan, daha sonra tekrar büyüyerek başka bir alana sıkışma ve buradan kaçmaya çalışma. Bu hissi bir önceki filmde de aldım. Bu filmde de aynı his. Önce dar odalar, sonra hapishane, sonra bataklık, sonra Luisiana ve bu his kendi hayatımız içinde de bizi kovalıyor. Filmle birlikte arka planda çalışmaya başlayan duygu bu. Sahnede üç benzemez aslında her yerde olan tipler, odalar, şehirler, ülkeler, kıtalar ve dünya. Çıkmak istediğimiz alanlar, bizim hapishanelerimiz. Bu hissin kuvvetinin normalde bizi bunaltması ve izlediğimiz şeyden nefret etmemize neden olması gerekirken peki neden öyle hissetmiyoruz? Kanaatimce, taa Amerika’da ki sırdan insanlarında aynı şeyleri yaşadığını görmenin sinsi sevincini yaşıyor olabiliriz. Bir yolculuk ihtimalinin var olması bizi rahatlatıyor olabilir ama benim en olası gördüğüm; bizim yapamadığımızı bizim yerimize sahnenin hallediyor olması.

Jarmusch küçük Amerikalıların büyük rüyaları ile de kafa buluyor bence. Büyük Amerikan rüyası içinde ki küçük adamlar, daracık hayatları içinde oradan oraya anlamsızca sürükleniyorlar. Bu sürüklenme Jarmusch’un başka bir üstünlüğünü ortaya koyuyor, senoryaya, oyunculuğa hatta özel önemli diyaloglara gerek yok. Yoldaysan yoldasındır, önemli olan yoldur.

Filmde ki bir sahne özellikle dikkatimi çekti. “Ben çığlık atıyorum, sen çığlık atıyorsun, hepimiz çıldırmak için çığlık atıyoruz.” Bir hapishane hücresinin içinde pır dönen üç adamın sesini kendi etki alanları içinde ki insanlar duyuyor ve hep bir ağızdan onlarda başlıyor söylemeye ve tabi sonra erkin kolluk kuvveti, gelerek susturuyor herkesi… Söyleyeceklerim bu kadar. Nasılda tanıdık.

9/10

Barış. T. Çoruh, Mart 2022

Göster
Gizle