Ayhan Işık (5 Mayıs 1929, İzmir – 16 Haziran 1979, İstanbul)

Ayhan Işık, Türk sinemasının “Taçsız Kral”ı. Zamanın önemli yayınlarından biri olan Yıldız Dergisi’nin yarışmasını kazanan erkek Ayhan Işıyan’dır. Kadın kazananı ise Belgin Doruk | (28 Haziran 1936 – 26 Mart 1995) dergi Türk Sineması’na yaptığı iki büyük keşfin farkında mıdır bilinmez ama Taçsız Kral, bugün bile efsanedir.

Siyah beyaz filmlerden fark etmesek de ela gözleri ve 1.80 boyu ile Amerikalı jönlere bile taş çıkartan bir yakışıklıdır. İlk filmi olan “Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan” sinema kariyeri için başlangıçtır. Yıl 1951’dir. 139 filmde arzı endam edecek olan Işık, 1952 yılında ki Kanun Namına ile bir anda en popüler oyuncu haline gelir. Lütfi Akad ve Osman F. Seden tarafından yazılan ve Lütfi Akad tarafından yönetilen film hala bile sinemamızın iyilerinden biri olarak gösterilmektedir.

“İsmim Nazım. 32 yaşındayım. Bu şehirde doğdum büyüdüm. Bu film benim hikayemdir. “

Kanun Namına (1952)

1951-1958 yılları arasında arka arkaya filmlerde oynar. Aranılan, beklenilen bir oyuncudur. Kendi kuralları vardır. Çok disiplinli, işine bağlıdır. “İşimi ölesiye sevdim” der bir röportajında.

“1958’de Hollywood’a gittim. Orada yaklaşık bir yıl boyunca bizim mesleğin ne tür kurallara bağlı olarak yürütüldüğünü gözlemledim. Dışarıda film oyuncularına emekleri karşılığında vadeli senetler vermek gibi tuhaf uygulamalar yoktur, çalışma ve dinlenme saatleri titizlikle kontrol altına alınmıştır. Sendika bütün çalışmaları denetler. Piyasada hak ihlali yaratacak işlerin yapılmasına engel olur.

Amerika’ya gidişi olay olur. Türkiye kariyerini bırakıp orada Dünya starı olmaya karalıdır. Şartlar farklı gelişse, annesi o dönemde vefat etmese, belki de bugün Dünya Sineması ondan bahsedecekti.

“Altı yaşındayken babasız kaldım. Gazete ve dergilerde hikaye ve kapak resimleri çizmeye başlamıştım. İlk kazandığım parayı sanki dünmüş gibi hatırlarım; 14 lira. Eve koşup anneme verdiğim bu müjdeyi hiç unutmam. Yaz tatilinde Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası’nda kırık şişe kontrolörlüğü yaptım. Haftada 25 lira alıyordum. Vapurla gidip gelirken boş durmuyor, mecmuaların ısmarladıkları ve illüstrasyon denilen renkli resimleri çiziyordum. Şirket-i Hayriye’nin 63 numaralı Sütlüce vapuru, sanki benim resim atölyem olmuştu.”

Ayhan Işık’ın 2. dönemi Amerika’dan dönüşüdür. 1960’lı yıllarda Otobüs Yolcuları(1961),Üç Tekerlekli Bisiklet (1962), Acı Hayat (1962) gibi filmlerde ardı ardına oynar.

1961 yılında Belgin Doruk ile birlikte çektiği Küçük Hanımefendi filmi öylesine beğenilir, ikili bir birine öyle çok yakıştırılır ki, ayrı düşünülemez hale gelinir. 1970’li yıllar sinema için kara yıllardır. Kral, bu filmlerde oynamayı reddeder ve içinde taşıdığı yetenek onu bu sefer sahnelere taşır. Münir Nurettin Selçuk’ta aldığı dersler ile Türk Sanat Müziği söyleyerek sahneye çıkar.

Ayhan Işık – Gönül Belası

Yetmişli yılların furyasında yönetmenlik de yapmış olan Ayhan Işık, ressam, oyuncu, şarkıcı gibi sanatın bir çok dalı ile başarılı bir şekilde ilgilenmiş. Çok yönlü bir insandır. 1979 yılında geçirdiği beyin kanaması ile aramızdan çok erken ayrılmıştır.

Belgin Doruk | (28 Haziran 1936 – 26 Mart 1995)

Belgin Doruk, namı diğer “Küçük Hanımefendi” Türk sinemasının 1950 ve 60 lı yıllarının güzeller güzeli. Türkan Şoraylar, Filiz Akınlar yokken Belgin Doruk vardı. Özellikle Ayhan Işık ile oluşturduğu birliktelik ile hafızalarımıza kazınmıştır.

Belgin Doruk daha ortaokul yıllarında katıldığı bir yarışmada birinci oldu ve “Çakırcalı Mehmet Efe’nin Definesi” adlı filmde Sadri Alışık ve Kadir Savun’a eşlik ederek sinema kariyerine başladı. Aynı yarışmanın erkek birincisi kimdi peki: Ayhan Işık. Ne yarışmalar yapılıyormuş eskiden insan hem gıpta ediyor hem de üzülüyor. 81 filmde oynayan Belgin Doruk, lakabı haline gelecek olan “Küçük Hanımefendi” filmlerini oynayarak 1950’ler ve 1960’ların en ünlü siması haline geldi.

Lütfi Ömer Akad’ın yönettiği “Öldüren Şehir” filmi kariyerinin dönüm noktası sayılır. Ayhan Işık ile birlikte oynadığı ilk film de budur. 25 yaşındaki Ayhan Işık ile 17 yaşında ki Belgin Doruk. Doruk, 1954 yılında henüz 18 yaşındayken yönetmen Faruk Kenç ile evlenmiştir.

Belgin Doruk için sinema kariyerinin en belirgin yılı 1961’dir desek sanırım yanılmış olmayız. Nejat Saydam’ın yönettiği “Küçük Hanımefendi” filminde Ayhan Işık ve Sadri Alışık ile birlikte başrol oynaması, Türk izleyicisi üzerinde öylesine derin bir etki bıraktı ki, artık “Küçük Hanımefendi” filmin değil Belgin Doruk’un ismi haline geldi.

1964’e yılına geldiğimizde sadece buğulu gözlü güzel abla olmadığını bize gösterdi. Orhan Elmas, Vedat Türkali ve Turgut Özakman tarafından senaryosu yazılan Orhan Elmas tarafından yönetilen “Duvarların Ötesi” adlı filmde Tanju Gürsu ile rol aldı ve hem yılının hem de Türk Sinemasının ses getiren filmlerinden birisine imza atmış oldu.

Zeki Müren ile birlikte oynadıkları 1955 yapımı “Son Beste” filmi ile başlayan sinemasal birlikteliği de en az Ayhan Işık’la olduğu kadar beğenilmiş ve sevilmiştir.

Hüzünlü gözlere ve bakışlara sahipti Belgin Doruk, oyunculuğunda öylesine bir duygu yoğunluğu vardı ki, gerçek hayatının içinde bir şeylerin kalbini kırdığı görülüyordu. Kariyeri öylesine başarılıydı ki, halk için mutluluğun tanımıydı. 70’li yılların başında yaşadığı sağlık sorunları ve kişisel hayatında ki sorunlar, bir dönem sinemamızın en çok film çeken yıldızını duraklattı. Daha az filmde izlesek bile 1970 yılında, Uluslararası Antalya Film Festival’inde “Ayşecik Yuvanın Bekçileri” filmindeki performansı “en iyi kadın oyuncu ödülünü” kazandı.

Türk sinemasının benli güzeli, o dönemde ki kadınların moda ikonudur. Giydikleri kadar benini de taklit eder kadınlar.

“Annem bana hamileyken Ankara’da Gazi Çiftliği’ndeymiş. Gamzeli olmamı çok istediği için çok ayva yemiş hamileliğinde. Tesadüftür ki gamzeli doğdum, annem tesadüf olmadığını söylerdi.”

1975 yılında sinemayı bıraktığında henüz 39 yaşındaydı. 1995 yılında kalp yetmezliğinden dolayı 59 yaşında İstanbul’da hayatını kaybetti. Ankara’dan başlayan yolculuğu 59 yıl sürdü ama hepimizin üstünde derin izler bırakmayı başarmış bir 59 yıl.

Barış, Eylül 2022

Adile Naşit (17 Haziran 1930 – 11 Aralık 1987)

Gerçek ismi ile Adela Özcan, sinema, tiyatro oyunculuğun yanında televizyon programları da yapmış biridir.

Mesleği baba mesleğidir Adile Naşit’in. “Tiyatro tutkusu babamdan gelen bir tutkudur.” deyişi bundandır.

İstanbul’un Fatih ilçesinde, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın yaptırdığı külliye zaman içinde şehrin ticaret merkezi olması ile birlikte özellikle Ramazan aylarında bir eğlence merkeziydide. Direklerarası olarak tanımlanan bu noktanın ünlü komiği Naşit Bey, tüm yeteneklerini kızına da aktarmayı başarmış bir baba. Anne tarafından da sanat akar Adile Naşit’in damarlarında zira Amelya Hanım’da tiyatro oyuncusudur.

Adile Naşit öylesine içtenlikle anne karakterlerini canlandırmıştır ki 1985 yılında Yılın Annesi seçilmiştir. 1966 yılında 16 yaşındaki oğlunu kaybetmiş olan sanatçı içindeki tüm sevgiyi bu ülkenin çocuklarına vermeyi başarmış biridir. İsmi anıldığı anda “kuzucuklarım” lafı gelmez mi kulaklarımıza.

1944 yılında figüran olarak yer aldığı bir oyun ile başlayan sahne hayatı ömrünün sonuna kadar sürecek bir maceraya dönüşecektir. Kaderin ağlarını nasıl ördüğü çok muallaktır muhakkak. Daha 14 yaşındaki bu ilk rolünde bir oyuncunun hastalanması ile anne olarak oynamak durumunda kalması kaderin bir oyunu değilse nedir ki!

Tiyatro kariyeri dönemin karmaşasına da uygundur. Zira bir şeyler yapmaya çalışan sanatçılar, yokluk ve desteksizlik içinde var etmeye çalıştıkları tiyatro salonlarını sürdüremez. Sonra yeni bir topluluk oluş, döngü böyle devam eder. Adile Naşit’te Halide Pişkin’in grubunda, Muammer Karaca’nın tiyatrosunda, Aziz Basmacı ve Vahi Öz ile birlikte kurdukları toplulukta, 1954’te tekrar Muammer Karaca Tiyatrosu’nda, Eşi Ziya Keskiner ve ağabeyi Selim Naşit Özcan ile birlikte kurdukları Naşit Tiyatrosu’nda en sonda Gazanfer Özcan – Gönül Ülkü Tiyatrosu’nda çalıştı.

Sinemaya girişi her ne kadar 1947 yılında Seyfi Havaeri’nin yönettiği “Yara” filmiyle olmuşsa da tiyatro aşkı beyaz perdeye baskın gelmiş ve 1970’lere kadar pekte bir şey yapmamıştır. Beyoğlu Güzeli, Canım Kardeşim, Oh Olsun gibi Ertem Eğilmez filmleri ile yoğun olarak başlayan kariyerinde 1975 yılına 14 film sığdırır. 1976’da Atıf Yılmaz’ın yönettiği Hülya Koçyiğit ve Uğur DÜndar’ın oynadığı “İşte Hayat” filmi ona Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü kazandırır.

Sen bizim kalbimizin anasısın Hafize Ana

Ve hepimizin kalplerini sıcacık yapan belki de Adile Naşit olarak değil de Hafize Ana diye tanımamıza neden olan “Hababam Sınıfı” filmlerinde ki “Hafize Ana” rolü. Haylaz çocukların fedakar anası. Bu rol filmin içinde öyle çok göze batacak bir rol değilken, öylesine başarılı bir şekilde oynar ki, artık Kel Mahmut, İnek Şaban, Güdük Necmi, Damat Ferit neyse Hafize Ana’da odur. Onsuz bir Hababam Sınıfı düşünülemez.

Bizim Aile, Gülen Gözler, Neşeli Günler, Gırgıriye, Hanzo, Tosun Paşa, Süt Kardeşler, Şabanoğlu Şaban, Kibar Feyzo daha niceleri. Bir yan karakter olarak öylesine akılda kalıcı jest ve mimikleri vardır, öylesine insanın içine işleyen ağlaması, öylesine insanı alıp götüren gülmesi vardır ki başrollerden çalar ünü. Turşucu anamızı kim unutabilir, Münir Özkul ile karı koca olmayı öyle başarmışlardır ki, gerçek hayatta evli olmadıklarına kimi inandırabiliriz.

Sinema kariyerinin tamamını merak edenler buradan inceleyebilir…

TRT’de 1980 yılında Uykudan Önce isimli çocuk programı yapar Adile Naşit, Masalcı Teyze olarak. Benim gibi çocukluğu bu senelere denk gelen şansılar için. Şimdiki çocuklara nasıl üzülmeyeyim ki, bize televizyonda masal ve öykü anlatan bir teyzemiz vardı. Şarkılar yapan, Dünya’yı gezdiren Barış Amcamız vardı. Neyse şanslı bazı açılardan çok şanslı çocuklardık.

“Evet, daha büyüğünü yaşamadım. Biz ana, baba, çocuk değildik. Üç tane dosttuk. Güzel bir arkadaştık. Ölümüne hazırlamıştık biraz kendimizi. Açık kalp ameliyatıydı geçirdiği. Ve yaşayamadı. Ondan sonraki beş sene benim için inanılmaz acılarla dolu. Elbette Ziya Bey için de. İşte sonra kuş, köpek, bebek böyle oyuncaklara tutkun olduk. Balıklar yaşadı, köpek kör oldu, çiçekler büyüdü böyle gidiyor yaşamın geri kalan kısmı.”

Ahmet’ini kaybettikten sonra yaşadığı acıyı nasıl anlayabilir ki, ekranların karşısında hepimizi “gıdgıd gıdak”lı ağlaması ile gülmekten yerlere yatıran kişi kendi trajedisini içinde yaşamıştır. Öylesine bir birikme ki bu bu büyük ustayı henüz 57 yaşında kanserden aramızdan ayırmıştır. “Komşuya gider sende bayat ekmek var mı? Köfte yapacağım lazım derdim, bırakın köfteyi evde yiyecek bayat ekmek olmazdı” Ah be Adile Teyze, bu kadar oyun, sinema filmi, televizyon… Sizler nasıl insanlardınız içten, samimi, işlerinin ehli, halkın kendisi… Şimdinin zibidileri milyonlar kazanıyor da daha gözleri doymuyor, çalmaya çırpmaya çalışıyor.

Aramızdan bir Adile Naşit geçti. İyi ki var oldu. Her attırdığı kahkahaya, her akıttırdığı göz yaşına minnettarım.

Barış, Temmuz 2022

Göster
Gizle