The Wheel of Time | Zaman Çarkı (2021- )

Amerikalı yazar Robert Jordan’ın fantastik serisinin uyarlaması olan dizinin baş rolünde Rosamund Pike yer alıyor. Kitap serisini okumamış biri olarak sadece izlediğim dizi hakkında bir şeyler söyleyebilirim. Dizinin, kitap serisinin fanatik hayranı tanıdıklarım tarafından oldukça sert eleştirildiğini, kitapla dizinin hiç alakası olmadığını söylediklerini de belirtmeliyim.

Sihrin var olduğu, özel güçlere sahip insanların hala etrafta rahatlıkla dolaşabildiği fantastik zamanlarda geçen dizi daha İlk bölümde diyor ki; yıllar önce büyük güçlerle doğan Aes Sedai’ler erkek ve kadınlar olarak farklı karakterdeydiler. Erkekler karanlığı hapsedebileceklerini düşündüler ama başarısız oldular. Erkeklerin bu başarısızlığı ile dünyanın düzeni bozuldu. Bu düzeni tekrar sağlama yükü Aes Sedai kadınlarına kalmıştı. Başarısız olan son Aes Sedai erkeği belli aralıklarla Ejder olarak tekrar Dünya’ya geliyordu ve karanlık ile savaşta gücün hangi tarafını seçeceği önemliydi. Peki, bu Ejder nerede, hangi ailede, kız mı yoksa erkek olarak mı gelecekti. Nasıl tanınacak ve doğru yola nasıl yönlendirilecekti.

Aes Sedai kadınlarından Mavi’nin temsilcisi Moiraine Damodred (Rosamund Pike) Ejder’i bulma ve doğruya yönlendirme görevini üstlenmiştir. Dizi ilk sezon da bu Ejderi bulma ve karanlığın merkezine yapılan yolculuk üzerine kurulmuş durumda.

Öncelikle belirtmeliyim ki, ben izlemeye başladım, olayların akışı, karşılaştıkları canavarlar, karakterler, geçtikleri yollar ile tam bir Lord of The Rings taklidi gördüm. Picasso diyor ki, “iyi sanatçılar taklit eder, büyük sanatçılar çalar.” ilk sekiz bölüm de Yüzüklerin Efendisi’nin vasat bir taklidinden başka bir şey görmedim. Zaman Çarkı’nda ki karanlığın ordusu Trolloc’lar Yüzüklerin Efendisi’ndeki Orc’ların neredeyse aynısı. Tabi yıllar geçiyor, teknoloji ve kalite iyileşiyor haliyle daha başarılı bir kostüm ve makyaj görüyoruz. Rosamund Pike dışında oyunculuklar o derece kötü ki anlatamam, nerede Yüzüklerin Efendisi nerede Zaman Çarkı.

Son dönemlerde yapılmış en iyi dizilerden biri olduğunu düşündüğüm Game of Thrones’la da kıyas kabul eder bir tarafı yok. Taht Savaşları’nı bir bölüm izleyin tüm sezonları bitirmek için can atarsınız, burası hakikatten çok zorluyor insanı. Karakterlerin zayıflığı, oyunculuğun vasatlığı, oyuncular kendi karakterlerine kendileri inanmamış ki bizi inandırsın. Öncülleri olan Yüzüklerin Efendisi’nde ve Taht Oyunları’nda oyuncular oynadıkları role öyle inanmışlardı ki, izlerken başka biri olduklarını düşünmenize imkan yoktu.

Diyaloglar sıkıcı diyeceğim ama diyemiyorum. Böylesine başarı yakalamış ve Lord Of the Rings ile karşılaştırılan bir seriden bu derece hiçbir şey söylemeyen bir dizi çıkamaz. Ya kitap klasik bir Amerikan yazar güncellemesi, yani boş ve vasat ama tüm dünyanın bir şekilde gözünü boyamayı başarıyorlar, ya da diziyi yapanlar kitaptan hiçbir şey anlamamış.

Çok fazla uzatılacak bir yazı değil. 8 Bölümlük çerez bir dizi. Kitap serisi hayranlarını üzdüğü kesin, kitabını okumayanlar için de bir şey ifade etmiyor, görsellik iyi, başlangıç müziği iyi, yapay ortam nispeten kaliteli, oyunculuk çok kötü, diyaloglar kötü, karakterlere bürünme yok, olaylar alelacele geçtiği için duygusal olarak ta oturmuyor.

İzlemezseniz bir şey kaybetmezsiniz. İzlerseniz bir şey kazanmazsınız. Bu türün meraklısı iseniz okuyanlar kitabı okuyun diyor.

Dünya ve Zaman dengede durduğunda, puslu dağlarda bir rüzgar eser…” böyle başlıyormuş kitap, iyi bir başlangıca benziyor.

Barış, Mayıs, 2022

Erşan Kuneri |Cem Yılmaz

1970’ler Yeşilçam için kayıp yıllar olarak görünür. Özellikle seks filmleri furyası vardır ve bu erotik filmlerin yapımcısı olarak ünlenen Erşan Kuneri.

Dizinin 1. sezonu 8 bölümden oluşmuş. Erotik filmlerin ünlü yapımcısı 1981 yılında cezaevinden çıkar ve önemli bir karar alır, ekibine rağmen artık seks filmleri çekmeyecektir.

Birinci film, Kuru Murat olur, tahmin etmek zor değil, Kara Murat filmleri ele alınmış ve şahsi kanımca gayet başarılı bir şekilde komedi edilmiş durumda. Zaten nispeten 40 yaş üstü izleyici her sahneyi çok daha rahat anlayacaktır. Absürtlükler, ince diyaloglar, ben beğendim. 40 dakika eğlencelik bir bölüm.

“Zihnindeki kadın imajından özür dile.”

8 Bölüm için de çekirdek kadro aynı; Cem Yılmaz, Zafer Algöz, Ezgi Mola, Çağlar Çorumlu, Uraz Kaygılaroğlu, Nilperi Şahinkaya, Merve Dizdar, Bülent Şakrak, Can Yılmaz

İlk Bölüme yukarıda değinmişken diğer bölümleri de yazalım. 2 – Ebenin Avı, Korku filmleri için taşlama, 3 – Kooperatif Kemal, toplumsal içerikli, köy filmi. En iyi bölüm olmaya aday. 4- Kötü Mal, Polisiye hem de toplumu uyuşturucunun zararları konusunda bilgilendirir. 5 – Faqbadi, Şifa dağıtan bir şarlatan taşlaması. 6 – Blue Box, Süper kahraman olmadan olur mu? Olmaz 🙂 7 – Er-man, Süper kahramanlar asla tek film olarak yapılmaz, devam filmi her zaman olur. 8 – Doyamadım, Arabesk filmler furyasına karşı koymak mümkün değil 🙂

Dizi ile ilgili farklı eleştirileri hem okuyor hem de çevremizde de konuşuluyor. En çok eleştirilen taraf çok bel altı diyalogun olması. Haklılık payı var tabi ki ama ben buna takılmıyorum. Yaşadığımız döneme bakıyorum, izlediğimiz programlar, haberler, diziler sözcüksel olarak belki küfürsüz ama daha tehlikeli. Şiddet almış başını gidiyor, kalitesizlik, bir birinin üstüne basma, acımasızlık, yalancılık… Cem Yılmaz’ın küfür etmesi mi saçma.

Cem Yılmaz için şansız bir adam denilebilir, başka ülkelerde olsa el üstünde tutulur, ödüllere boğulur, ülkenin medarı iftiharı olur. Biz de çıtayı öylesine yükseğe koymuş ki, ne yapsa eleştiriliyor, anlamak güç hakikatten. Böylesine yaratıcı olacaksın, ince ince dokunduracaksın, yenilikçi olacaksın, kendini tekrar etmeyeceksin ve yıllar geçse de üstünden asli görevi olan komedi ve güldürme misyonunu hep belli bir kalitenin üstünde tutacaksın adam daha ne yapsın.

“Bazen hayatlar filmleri bazen de filmler hayatları etkiler.”

Kendi tek kişilik gösterileri ile yol gösterici, komedinin yönünü değiştirici adam olmuş, o kadar çok taklit edilmiş ve hala taklit ediliyor. Onun vasat altı taklitlerinin suçu da ona eleştiri olarak yapılıyor. Neyse, Erşan Kuneri’yi ön yargılı izlememe rağmen beğendim. Keyif aldım. Müziklerine bile özel çalışılmış, burada bile üstün körü bir şey yapılmamış olması takdire şayan.

Benim daha çok takıldığım, küfür falan olmadı. Fakat Ezgi Mola’nın oyunculuğu en çok sırıtan şey. Özellikle diğer kadın oyuncuların yanında vasat altı kaldığını söylemek lazım. Nilperi Şahinkaya ve Merve Dizdar çok çok daha başarılı performanslar sergilemişler.

İlk sezon için son sözüm; izlediğim şeyden anladığım öyle laf olsun diye yapılmamış, her sahneye, kostüme, oyuncuya, olaya, espriye ciddi ciddi özenilmiş, ülkenin eleştiri kaldırmaz hali de düşünüldüğünde etliye sütlüye alt metinler ile dokunulmuş (yoksa bizde “Silivri soğuktur şimdi” diye bir deyim var artık.) Ele aldığı dönemlerin ve film türlerinin zayıf noktaları iyi yakalanmış ve ince espriler ile kahkahalara boğmasa da tebessümü elden bırakmamış şahsi kanım olarak gayet başarılı bir yapım. Benim notum “izle”

Son söz dedim ama şunda değinmeden bitirmek istemiyorum. Eşimle bile aynı görüşü paylaşmadığımız biri Cem Yılmaz. Ona kalsa çok vasat ve kötü, bana göre çok iyi ve başarılı. Bu durum bile Cem Yılmaz’ı diğerlerinden farklı kılıyor. Kendi bildiğini yapan çevresindeki insanlar nederi umursamayan, herkesi memnun etmeye çalışmayan adam. Helal olsun diye düşünüyorum. Diğer komedyenlere bakıyorum aman herkes memnun olsun, kimse beni eleştirmesin, elimdeki avucumdaki daha da artsın, yalakalıkta yeri geldimi yapayım kafasındayken Cem Yılmaz bildiğini okumaya devam ediyor. Karı koca farklı fikirlerde olmamız bile güzel.

Barış, Mayıs 2022

House of Cards (2013–2018)

House of Cards Afiş

Yaratıcı: Beau Willimon

Oyuncular: Robin Wright, Kevin Spacey, Michael Kelly, Kate Mare

Tür: Dram

Ülke: USA

Benden: 9/10

“Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner.” diyor Victor Hugo. House of Cards da işte bu çarkın nasıl döndüğü ile ilgili bizi bilgilendiriyor.

I. Sezon

Yeteneği boşa harcanıyor. Güce karşılık parayı seçti. Bu şehirde neredeyse herkesin yaptığı bir hata. Para, on yıl sonra dökülmeye başlayan bir konaktır. Güç ise yüzyıllarca ayakta kalan eski bir taş binadır. Aradaki farkı göremeyen birine saygı duymam.

David Fincher’in yönetmen koltuğunda oturduğu 2 bölüm ile sizi selamlayan dizi, Kevin Spacey’in Francis Underwood karakteri ile siyasetin nasıl bir yapı olduğunu bize anlatıyor. Francis’in kameraya dönerek yaptığı açıklamalar bizimde bu işin bir parçası olduğumuz gerçeğini hatırlatmaktan öte, aslında biliyorsunuz ama susuyorsunuz, sizde benim gibisiniz diyor izleyiciye, hiç masumu oynamayın!

House Of Cards, Kevin Spacey

ilk sezonda her şeyin en şaşalı şekilde yaşandığı Amerika’da başkanlık seçimlerin sonrasında dönen siyasi entrikaları Francis Underwood ve eşi Robin Wright’ın oynadığı Claire Underwood üzerinden izlemeye başlıyoruz. Seçim kazanılmıştır ama istedikleri görevi alamayan Underwood ailesi Amerikan siyasetini kendi istedikleri şekilde yönlendirmeye başlarlar.

“Herkesin kendini dikkatle baştan yarattığı bir şehirde Freddy’in en sevdiğim huyu, değişmiş gibi yapmaya çalışmaması.”

“Delilik, kişide seyrek görülen bir nesnedir: Gruplar, partiler, uluslar, çağlar için ise bir kural hâlindedir.” diyor Friedrich Nierzsche. Biz nasıl bir deliliğin ortasında olduğumuzu idrak ediyoruz etmesine de bu duygusuz, acımasız, her kurumu, her olguyu, kendi lehine çevirmeyi başaran ve bunun için hiç bir yöntemi kullanmaktan çekinmeyen adam bir yanımızla nefret duygumuzu artırırken, diğer yanımız (en azından dizi bu diyerek) böylesi bir adanmışlığa hayranlık duyuyor.

İlk sezon itibari ile farklı bir oyunculuk ve senaryo izlediğimiz su götürmez bir gerçek. Sonuçta bizim gerçek hayatımıza etki eden siyasetin ne menem bir şey olduğunu zaten biliyoruz, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme yeteneği kazanmak için izlemek, okumak ve her bize laf eden kişiye inanamamak gerekiyor. “İnsanları kandırmak, kandırıldığına inandırmaktan daha kolaydır.” diyor Oscar Wilde. Kolay kandırılanlardan olmamamız dileği ile…

2. Sezon

İlk sezonun etkisi geçmeden başladığım 2. sezonda aksiyon kaldığı yerden devam ediyor. Francis Underwood ve eşi Claire Underwood’un istedikleri güce ulaşmak için kurdukları planın bu seferki hedefi direk Amerikan Başkanı.

“Dostlarımı azalttım, birde baktım düşmanlarım da azalmış!” kimin söylediğini bulamadığım bu sözü Başkan duymuş olsaydı Francis Underwood’un bu muhteşem gösterisine daha temkinli yaklaşacağı kesindi, ama duymamış 🙂

Gaffney’de kendimize has bir diplamasi anlayışımız vardı: Sağ elinle tokalaş ama sol elinde bir taş olsun.

Politik entrikaların, ince bir zeka ve acımasız bir kalp gerektirdiği, gerektiğinde her türlü durumu kullanmak gerektiği artık şaşırdığımız bir durum değil. Fakat insan koca başkandan daha akıllı olmasını da bekliyor açıkçası.

İki yüzlü olduğumu mu düşünüyorsunuz? Düşünmelisiniz zaten. Size katılıyorum. Güce giden yol riyakarlık ve kurbanlarla doludur. Asla pişmanlıkla değil.

Bu politik entrikaların içerisinde her şeyin güç için yapıldığını görmek, gerçek hayatımız için de bir yol gösterici aslında, “beni sizler var ettiniz.” söylemi doğru “ben sizler için varım.” söylemi ise tamamen yalan.

3. Sezon

Francis Underwood, seçilmeden Amerikan Başkanı olmayı başarmıştır. Şimdi hedef bu koltuğu korumak. Kendi partisi onu aday göstermeyeceğini belirtince, oyun yeniden başlar.

House Of Cards 3. sezon görsel

Eşini Birleşmiş Milletler elçisi olarak atayan başkan, bir taraftan da rakibi savcı Heather Dunbar (Elizabeth Marvel)’a savaş açar.

Aslanın ininden kurt sürüsüne. Taze et sizseniz, daha taze bir av öldürün ve onlara atın.

İlk iki sezondaki kadar etkileyici bulmasam da, başarılı bir sezonu daha geride bırakıyoruz diyebilirim. Rusya ile olan ilişkilerde Putin’in karşılığı olan başkanın çok vasat olması, yeni entrikaların tahmin edilebilir düzeye düşmesi vs. gibi durumlar bu sezonu diğer iki sezonun bir tık altına itiyor.

Hayal gücü kendi başına bir cesaret türüdür.

Güç savaşları aşk, evlilik, dostluk tanımıyor. Sezonun sonuna doğru 4. sezon hazırlığı olarak, Underwoodlar arasında ki gerilim de üst düzeye tırmanıyor.

Elite (2018 – )

Elite dizi afişi

Yaratıcı: Darío Madrona, Carlos Montero

Oyuncular: Itzan Escamilla, Miguel Bernardeau, Arón Piper,Omar Ayuso,Álvaro Rico,Ester Expósito,Mina El Hammani.

Tür: Suç, dram, gerilim

Ülke: İspanya

Benden 8/10

Las Encinas, İspanya’nın en zengin ailelerinin çocuklarının gitti bir okuldur. Okulları yıkılan işçi sınıfına mensup 3 öğrenciyi kabul eder. Zengin çocuklarla, fakir çocuklar arasındaki çatışmalarla başlayan dizi, zamanla bir çok konuya değinen ve içinde suç unsuru da barındıran bir yapım haline gelecektir.

Elit dizi oyuncuları, netflix

– Samuel, sen iyi bir çocuksun.

– Teşekkürler

– İltifat Değildi.

Zengin çocuklarının arasına karışan Müslüman bir aileye mensup kızımız, abisi suça bulaşmış, annesi ile yaşayan bir oğlumuz ve yine kuralları tanımama konusunda dirençli, her türlü suç unsuruna meyilli başka bir oğlumuz daha. Bu üç gencin okula girmesi ile beraber zengin fakir çatışması başladığı gibi, bir taraftan da başı kapalı kızımızla, diğer kızlar arasında başlayan başka bir çatışma var. Kapalı kızımızın okulun en başarılı öğrenci olması, okulun diğer en zeki öğrencisinin tam bir şirret olması, onun sevgilisinin bu kapalı kızımızdan hoşlanması, bu sevgilinin kız kardeşinin hem Samuel denen okula gelen fakir çocukla hem de onun abisi ile ilişkiye girmesi falan derken tam bir keşme keşe dönüyor dizi.

Zengin olduğun için bu söylediğime çok şaşırabilirsin ama insanlar hep hak ettiğini bulmaz.

Bizim Netflix için yaptığımız Aşk 101 dizisinin orjinali bu dizi. Bizim kültürümüzle zerre alakası olmayan ama bizim oyuncularımızın, yani Ali, Veli, Ayşe’nin oynadığı bir yapım çok iğreti dururken, bizim için yapay gelen İspanyol yapımı dizi yapay durmuyor. Zira burada olanlarla bizim kültürel, ekonomik, sosyal hiçbir bağlantımız mevcut değil.

Geleceği o kadar düşünüyoruz ki şu anı unutuyoruz.

Birinci sezon baz alındığın da gayet başarılı bir yapım olduğunu düşündüğüm dizi, 2 ve 3. sezon ile hayal kırıklığı denile bilir. Aynı sorunu Casa de La Papel‘de de yaşamıştık. Oyuncu kadroları için de benzerlikler mevcut olan bu iki yapımda, tüm dünyaya açılan ilk sezonları çok beğenilince, yenileri çekilmiş, haliyle yapay olan yeni sezonlar ilklerine göre çok daha vasat kalmış durumda.

Aşkı bulduğun zaman ondan kaçmak aptallık olur.

Dizi içerinde liseli çocukların cinsel birliktelikleri, eş cinsel ilişki (ki müslüman ailenin oğlu ile okulun müdürün oğlu arasında geçiyor), alkol, uyuşturucu falan derken, vay arkadaş bu nasıl lise diye içinizden geçiriyorsunuz. Bizde bırakın liseyi, üniversite de bile böyle bir ortam olması mümkün değil.

Geçmişin, geleceğinizi mahvetmesine izin vermeyin.

ilk sezon’da okulda işlenen bir cinayet var. Zaten tüm dizi boyunca da (3 sezonda da böyle) bir polis memuru tek tek okulun öğrencilerini sorguluyor. Olay anlatılırken öğrencilerde cinayetle ilgili bildiklerini anlatıyorlar. Tabi ki ters köşeler konulmuş, özellikle ilk sezon bu anlamda çokta başarılı olmuş.

Velhasıl kelam, güzel kızlar var, yakışıklı çocuklar var, entrika, suç, gerilim, ara ara özlü sözler var, basit -filozoflar gibi beyninizi yakmayacak- hap niyetine, hiç bir şey için fazladan düşünmenize neden olmayacak özlü sözler. (oh mis) Yani demem odur ki kendini izlettiren bir yapım. Basit, içi boş, beklentinizi en az düzeye indirerek, ütünüzü yaparken izleye bilirsiniz, yatmadan önce bi yarım saat boş boş bir şeylere bakayım derseniz o da olur. Bu tarzın en iyilerinden. 🙂

Barış, Küçükyalı – 2020

The Witcher (2019 – )

The Witcher; Andrzej Sapkowski’nin “Geralt of Rivia” (Rivyalı Geralt) isimli kitabından uyarlanan dizi, meraklısı için aslında çok ünlü bir oyun. Yani kitabın önce oyun olarak uyarlanmış hali popüler olmuş ve tabi ki yaratıcısı Lauren Schmidt’de bu popülariteyi televizyona taşıma konusunda pekte endişe etmemiştir.

Baş rollerde; Henry Cavill, Freya Allan, Anya Chalotra, Mecia Simson, Mimi Ndiweni… gibi isimler arz-ı endem ediyorlar.

Fantastik evrenin yaratılış ve sunuluş durumunu daha önce hem Yüzüklerin Efendisi hem de Game Of Thrones’da gördük. Bu iki sunuş öylesine başarılı bir şekilde gerçekleşti ki bunlardan sonra bu tarz kitaplar, diziler, sinema filmleri, oyunlar çok ciddi bir eşik ile karşılaştı.

Leh yazar, Andrzej Sapkowski’nin Geralt of Rivia (Rivyalı Geralt) kitap serisi aslında rüştünü ispat etmiş, kült seviyesine erişmiş bir seri. Sapkowski’nin kitaplarında “Witcher”, yaratıklarla savaşan, çok iyi kılıç kullanan, mutasyon geçirmiş bir yaratık avcısı. Dizi de bu konsept üzerinden ilerliyor ve Rivyalı Geralt’ın maceralarını bize görsel olarak sunuyor.

The Witcher, klasik bir Netflix görselliği ve akıcılığına sahip, tabi ki emsalleri kadar başarılı bir yapım değil. Görsellik olarak başarılı dursa da özellikle oyunculuk olarak vasat seviyesini geçemiyor maalesef. Bu nedense “Netflix sunar” ibaresi konulan bir çok yapımın ortak sorunu durumunda. Her ne kadar dizinin başrolünde son Superman Henry Cavill olsa da ben oyunculuklar konusunda tatmin olmadım.

“Hayata olduğu gibi, savaşa da tamamen hazırlıklı olmak her zaman imkansızdır. Kılıcını yakın tut ve hareket etmeye devam et.”

Cadıların, büyücülerin ve bilumum envai çeşit canavar

Cadıların, büyücülerin ve bilumum envai çeşit canavarın olduğu fantastik dünyada, bir mutan olan Geralt para karşılığı insanlara musallat olmuş olan canavarları öldürüyor. Böyle bir canavarı öldürme sahnesi ile açılan dizi, ilk izlenim olarak, çok güzel ilerleyecek umudu veriyor.

-İnsanlar sana da canavar diyor onları neden öldürmüyorsun?
-Öldürürsem, dedikleri şey olurum.

Bu umudunuzu görsellik anlamında da hiç boşa çıkartmıyor. Kitapları okuyanlar için gayet net ve anlaşılır gelen dizi, okumayanlar için karmaşık ve neyin ne olduğu belli olmayan bir hal alıyor. Bu cendereden de anca baya bir bölüm geçince çıkılıyor.

“Kaderin birbirine bağladığı insanlar birbirlerine sürekli rastlar.”

Farklı zamanlardan gelen hikayelerin birleşmesi, kafa karışıklığına neden olmuyor değil. The Witcher, zamansal döngüsüne alıştıktan sonra, her ne kadar fantastik evrende geçtiğini bilsek dahi, dünyanın pisliği, merhametsizliği, insan ırkının bitmeyen hırsı ve acımasızlığına kendimizi alıştırmamız da zaman alıyor. Karanlık bir atmosfer tüm diziye sirayet ediyor. Bu sirayet aslında dizinin en güçlü yanı denebilir.

“Bir kötülük ve diğeri arasında seçim yapmak zorunda kalırsam, hiç seçmemeyi tercih ederim.

İlk beş bölüme bakarak işin içinden çıkmak zor. Asıl bundan sonra başlayan anlaşılırlık sizi dizide tutacak ve merakınızı cezbedecektir. Olayları ve karakterleri tam olarak anlamamız dizinin bütünü ile birlikte mümkün olacak.

“Bazen bir çiçek, sadece bir çiçektir ve bizim için yapabileceği en iyi şey ölmektir.”

İyi çekilmiş savaş ve dövüş sahneleri ile müzik diziyi pekala izlenir kılıyor. Merak duygunuzu canlı tutuyor. Çok fazla kötü dizi olduğu düşünüldüğünde The Witcher gayet izlenilesi bir dizi haline geliyor.

“Kötülük kötülüktür. Küçük, büyük, orta, hepsi aynı.”

Daha iyi bir 2. sezon mu?

2.sezonun yayınlanması ile birlikte nispeten soru işaretlerinin bazıları çözümlenmiş oldu. Fakat fantastik evrenimizde pek bir değişiklik yok. Yeni canavarlar, yeni cadılar, yeni abidik gubidik yaratıklar içinde sürüklenip duruyoruz. Dikkatimi çeken sanki bu sezon biraz daha insani bir hal almış gibi.

“Bazen en derin nefreti, kendimizle ilgili değiştiremeyeceğimiz şeylere duyarız.”

İlk sezonda karakterlerin hikayeleri aynı bölüm içerisinde, farklı zaman aralıklarında anlatılıyordu ve hayli kafa karıştırıcı, bazen de anlaşılmaz oluyordu. Bu sezon bu yöntem bırakıldığından anlaşılırlık çok çok daha iyi.

Yennefer (Anya Chalotra) ve Ciri (Freya Allan) karakterlerini canlandırın bu iki oyuncu ilk sezon ki kadar kötüler. Oyunculuğunu toparlayan bir tek Henry Cavill gibi duruyor. O kadar eleştiriye eh bi zahmet bir şeyler yapsın zaten.

Bu sezon daha çok Ciri karakterinin sezonu, Witcher ona eşlik eden, abi, kardaş, badigart falan gibi bir şey konumunda. Kitaptan bağımsız olarak sezon sonunda Ciri kimdir, kimin nesidiri de öğrenme şansınız var.

Neyse, fena bir dizi değil. Keyifle izlenebilir. Çocuklarınız ile izlemeyin. Çok fazla şiddet sahnesi içeriyor. Diğer sezonlar için bir şeyler yazmam büyük ihtimalle. 2 sezon bana yeter. Güzel efektleri, çekimleri olan bir dizi.

Barış, Mart 2020 / Temmuz 2022

Masum (2017)

Aslında dizinin başlangıcında Selda Bağcan çalmaya başlayınca ve yol devreye girince çok daha iyi bir şey izleyeceğiz beklentisi oluşuyor.

Masum Dizi Afis

Yönetmen: Seren Yüce

Senaryo: Berkun Oya

Oyuncular: Haluk Bilginer, Nur Sürer, Ali Atay, Tülin Özen, Serkan Keskin, Okan Yalabık…

Benden: 7.5

Tür: Suç Dram, Gizem

Ülke: Türkiye

Şimdiden belirtmeliyim ki diziyi ilk defa izleyecekseniz yazının içinde keyfinizi kaçıracak olay anlatışları olacak, sonra kızmaca darılmaca olmasın.

Komiser Yusuf (Ali Atay) amiri tarafından, eski komiser Cevdet’ın (Haluk Bilginer) oğullarını araştırmak üzere görevlendirilir. Burada ki gizem büyük oğul Taner’i (Serkan Keskin) kayıp olması ve kardeşi küçük oğul Tarık’ın (Okan Yalabık) karısı Emel’in(Tülin Özen) şüpheli ölümüdür. Yusuf’ eski komiseri olan Cevat’a saygı duymakta bir taraftan da görevini yapmak istemektedir. Çocukların anneleri Nermin’in(Nur Sürer) agresif ve şüpheli tavırları ile Yusuf içinden çıkmakta zorlanacağı bir olayla karşı karşıya kalacaktır.

Masum Dizisi 1. Sahne

Diziyle ilgili bittiği zaman aklımda kalan ilk düşünce muhteşem oyuncu kadrosu ile vasat bir sonuç alınmış olması oldu. Oyuncular çok iyi olmasına rağmen bir türlü akışı sağlanamayan konu, diziye hayranlık duymamızı engelliyor.

Masum Dizisi 2. Sahne

Eski komiser Cevat ve karısı Nermin, akli dengesi yerinde olmayan oğulları Tarık’ın karısı ile ilişkisine müdahil olamamaları veya çok korumacı bir tavır takınmaları. Karısının ölümü üzerine olayı örtbas etme çabaları üzerinden bir aile kavramı sorgusu geliştirilebilse ve polisiye kısmı daha akıcı sağlansa sanki daha iyi bir dizi ortaya çıkacakmış ama özellikle vasat son, gidişattan her şeyi hemen anlayabilmemiz, baya baya tadını kaçırıyor işin.

Bazı acılar kiracıdır ama bununki öyle değil.

Masum Dizisi 3. Sahne

Aslında dizinin başlangıcında Selda Bağcan çalmaya başlayınca ve yol devreye girince çok daha iyi bir şey izleyeceğiz beklentisi oluşuyor.

Masum, oyunculukları, görüntü yönetimi, müzikleri ile çok iyi olay örgüsü ile çok zayıf bir dizi. Diziyi bir aile draması olarak seyrettiğinizde ve klasik Türk dizilerinin insanı geberten boş 2 saatlik süresini düşündüğünüzde Masum’un yine de gideri var. Basit kurgu hataları; sevgilinin ölüp ölmediğini anlayamamış olması, Yusuf’un komiserinin kötü adam olduğunun hemen fark ediliyor oluşu, durduk yere Tarık’ın karısının öldürülüşü, akıl hastalığının bu derece canhıraş saklanmaya çalışılması falan işi benim açımdan bozan unsurlardı.

Sevmek için akıl gerekmez. Mantık gerekmez. Akıl sağlığının yerinde olması gerekmez. Sevmek için sevmek gerekir.”

Barış, Şubat 2020

Love, Death & Robots

Netflix’in akıl almaz dizilerinden biri daha, en uzununun 17 dakika olduğu 18 bölümlük, birbirinden bağımsız, Tabi ki +18. Bir yaratıcılık dehası, sahne sahne düşünülmüş görsellik daha ilk bölümden sizi avucuna alacaktır. Özellikle animasyon seviyorsanız kesinlikle bir güne izleyip bitirmek isteyeceksiniz.

Netflix’in akıl almaz dizilerinden biri daha, en uzununun 17 dakika olduğu 18 bölümlük, birbirinden bağımsız, Tabi ki +18. Bir yaratıcılık dehası, sahne sahne düşünülmüş görsellik daha ilk bölümden sizi avucuna alacaktır. Özellikle animasyon seviyorsanız kesinlikle bir güne izleyip bitirmek isteyeceksiniz.

Imdb puanı : 8,6 (daha yüksek olmayı hakkediyor.)

Yaratıcısı: Tim Miller

1 sezon için bölüm bölüm gidelim. Zira kesinlikle bu bölümü izleyin demiyorum. Dizinin tüm bölümleri çok başarılı. Tabi başarılı sözcüğünün altını, anlatım, yaratıcılık, özgün düşünme, çarpıcı anlatım, sahnelerin etkileyiciliği vb. kavramlarla dolduruyoruz. Özellikle beğendiklerim oldu ama hepsi çok başarılı, hatta Netflix’in Black Mirror’dan sonra en iyi yapımı diyebilirim. ( sense 8 in çok büyük hakkını yedim , ayıp ettim sisters’lara:)

Bu arada bir not olarak düşmekte fayda var; Netflix’in bana gösterdiği bölüm sıralaması ile size gösterdiği arasında farklılık olabilir. Zira özellikle bu dizi özelinde de bölüm sıralamalarının cinsel tercihlere göre farklı farklı verildiği iddiaları ortaya atılmış ama Netflix sadece 4 sıralama ile izleyicisine sunduğunu açıklamıştı.

Her bölümü yazmayacağım, hoşuma giden beni etkileyenleri buraya not düşeceğim.

  1. Bölüm : Sonnie’s Edge

Yeraltı dünyasında, canavar dövüşlerinin yenilmez ve para ile satın alınamaz tek dövüşçüsü, tek kadın dövüşçüsü; Sonnie. O dövüş sahnesine çıkma anı, renkler ve müzik. ve son an, şehvetin vahşileştiği nokta, bize Sonnie hakkında asıl gerçeği öğretiyor.

” – Nasıl yapıyorsun tüm bu kavga ve nefret. Korkmuyor musun?

_ Korku mu? Her zaman. Ama nefret, onu öğrenmem gerekti.

2. Bölüm : Three Robots

Ah insan oğlu ah, sonu gelmez hırsı ve aç gözlülüğü ile Dünya’daki yaşamları sona ermiş. 3 robot arkadaş kısa eğlenceli bir keşfe çıkmışlar, tabi ki insan olmasa bile var olacak olan bir canlı buluyorlar; kedi.

3. Bölüm: The Witness

Sürreal bir şehirde, kaçış ve kovalamaca. Bir hayat kadının gördüğü cinayet ve katilin kadının peşine düşmesi.

Gerçeküstücülük akımı özellikle, Salvador Dali ile çok ivme kazanmış bir akım, bu akımın görselliği bu kısa videonun her sahnesine işlenmiş gönüyor.

Bu kaçış ve kovalamaca asıl olarak bir çember yol izliyor, düz bir hatta ilerleyen bir kurgu değil. Kadın bedeni renkli ama çıplak, cinsel organı belirgin, daha vurucu ve daha sarsıcı kılıyor. Şehvet mi duymalısın, yoksa kaçanın korkusunu mu hissetmelisin? Çaresiz olan, aynı zaman da çıplak.

Fakat her şeyden öte belirtmeliyim ki bambaşka bir animasyon deneyimi var. İnanılmaz bir gerçekçilik belki de bize bu işin nereye evrileceğinin bir göstergesi.

4. Bölüm: Suits

Dünya dışı bir gezegende çiftçilerimiz var. Topraklarını dışarıdan gelen “Alien” lardan korumak durumundalar. Matrix’te ki makineler gibi makineler ile kendilerini savunuyorlar.

Diğer bölümlere göre daha basit, fedakarlık hikayesi. Keyifli bir animasyon.

5. Bölüm: Sucker of Souls

Arkeolojik kazı esnasında eski musibetlerden biri ortaya çıkar, bir ruh emici vampir. Ama bu sefer çözüm sarımsak değil 🙂

Japon anime gibi başladı, amerikan animasyonu gibi bitti.

6. Bölüm: When the yogurt took over

“Yoğurt dünyayı ele geçirdiğinde hepimiz aynı esprileri yaptık; Sonunda kültürlü yöneticilerimiz oldu…”

La Casa De Papel (2017 – )


“Ceza kanunları, ülkelerin oyun kurallarıdır.”

“Sonuçta, her şeyin mahvolması için aşk iyi bir nedendir.”

“Tükettiğimiz şeyin kendimiz olduğunu fark ettim.”

La Casa De Papel (2017 - ) Afiş

Yaratıcı: Alex Pina

Oyuncular: Úrsula Corberó, Itziar Ituño, Álvaro Morte,Pedro Alonso, Alba Flores, Miguel Herrán, Jaime Lorente, Esther Acebo, Darko Peric, Paco Tous, María Pedraza, Roberto Garcia…

Benden : 9/10

Tür: Aksiyon, Suç, Gizem

Ülke: İspanya

I. ve II. Sezon

Her biri kod adı olarak bir şehir ismini seçmiş olan 8 soyguncu ve bu soygunu yöneten Profesör ile sıra dışı bir soygun hikayesi. Aslında soygun denebilir mi onu da bilmiyorum, zira soygun bir yerden veya birinden çalınana maddi değer iken burada mükemmel işlenmiş bir plan ile girilen İspanya Darphanesi ve kalınan süre içinde basılan 2.4 Milyar Euro var.

“Ceza kanunları, ülkelerin oyun kurallarıdır.”

La Casa De Papel (2017 - ) Tüm ekip 1. sezon

Tokyo, Rio, Nairobi, Helsinki, Oslo, Berlin, Moskova ve Denver…

Profesör’ün adım adım yönettiği, ince planlarla işlenmiş bu soygunu yaşarken aynı zamanda, soygunun nasıl planlandığını, takma adıyla tanıdığımız kişi tıpkı klasik soygun hikayelerinde olduğu gibi çeşitli yeteneklere sahip, birbirini karakterlerin geçmişlerini, polisle ilerleyen pazarlığı ve heyecan düzeyi hep yüksek Profesör’ün aşk macerasını izliyoruz.

“Sonuçta, her şeyin mahvolması için aşk iyi bir nedendir.”

La Casa De Papel müzik seçimleri ile de dikkat çekiyor. Cecillia Krull tarafından seslendirilen My life is Going on

ve ülkemizde Grup Yorum’un söylediği Çav Bella (Ciao Bella) şarkısı da Berlin ve Profesör’ün birlikte söylediği duygusal sahne ile yeniden parladı denilebilir.

Dizinin kıyafet ve maskeleri de simgesel olarak düşünüle bilir. Dali maskeli soyguncular, zamanının en deli dolu insanını seçerek standarta karşı farklılık diyorlar. Kırmızı kıyafetler ile de özellikle Berlin karakteri etrafında sosyalizme bir gönderme yapıyorlar.
Aslında modern Robin Hood demek isterdim ama zenginden alıp fakire verme durumu yok burada, işin ilginç tarafı kimseden çalmama durumu var. Zira bir darphane ve çaldıkları paralar henüz basılmamış, kimseye ait olmayan paralar.

Dizinin ilk iki sezonunda ki soygunun ana nedenini Profesör; polis şefi Raquel Murolli’ye aşağıdaki sözleri ile açıklıyor.

“Sana her şeyi iyi veya kötü olarak öğretmişler; ama eğer bizim yaptığımızı şeyi başkaları da yaparsa bununla bir sorunumuz yok. 2011 yılında Avrupa Merkez Bankası ,171 milyon euro yarattı, karşılıksız…Bizim yaptığımız gibi , 2012 185 milyon euro, 2013’te 145 milyon euro…Tüm bu paraların nereye gittiğini biliyor musun? Bankalara…Darphaneden direkt en zenginlere…Kimse avrupa Merkez Bankasının hırsız olduğunu söyledi mi? Yok, sadece “likidite enjeksiyonu” dediler. Yoktan var ettiler Raquel yoktan! Şu an ben de “likidite enjeksiyon” yapıyorum. Ama bankalar için değil. Burada, gerçek ekonomi için yapıyorum, bizim de arasında bulunduğumuz zavallılar grubu için…”

La casa de papel Dali Maskesi

“Tükettiğimiz şeyin kendimiz olduğunu fark ettim.”

1 ve 2. sezonda darphane de yapılan bu soygunu, polis ile pazarlığı, rehineler ile soyguncular arasında ilişkileri, soyguncuların birbirleri ile olan ilişkilerini ve profesörün dahiyane planının ince ince işlenişini, heyecan düzeyi sürekli artarak izliyoruz. 

“İnsan çökmeden önce kaç darbeye dayanabilir.”

III. ve IV. Sezon

Darphaneden kazanılan paralar ile çok kıyak hayatlar yaşayan elemanlarımız başka başka yerlerde günlerini gün etmektedir. Fakat Tokyo artık yaşadığı yere sığmamaktadır haliyle başına bir şey gelecek ve yeni bir macera başlayacaktır. 
Profesörün satranç oyunu devam etmektedir ve tüm hamleler zaten düşünülmüştür. Anca beraber kanca beraber felsefesi ile bu seferde Merkez Bankası altın rezervine dalarlar.

Sezonda geçmişe dönüşler, önceki sezonlarında ki gibi sık sık kullanılıyor. Bu geri dönüşler içinde Berlin’i görmek beni mutlu etti. Berlin, çok sevdiğiniz pis abi gibi, her türlü pisliği yapabilecek tip olsa da vazgeçemeyeceğiniz hep çok sevdiğiniz insan.  

“İhanet birini ne kadar sevdiğinle alakalı değildir. İkilemin ne kadar zorlu olduğu ile alakalıdır.”

Bu sezonda farklı şehir isimleri ile farklı karakterlerde diziye ekleniyor, bunlarda işlerinin ehli insanlar. Bu bölümde biraz daha işlerin uçuk olduğunu söylemek lazım. Fakat artık bu adamların 2,4 Milyar euroları var bunu da unutmamalıyız sanırım ya da en iyisi bırakın dizinin akışına kendinizi olayın tadını çıkartın.

Dizinin Arturo Roman’ın konuşması ile başlaması bana çok manidar geldi. Özellikle geçmiş bölümlerde ki en uyuz karakterlerden birinin bir halk kahramanına dönüşmüş olması ve insanların ona büyük hayranlıkla sahip çıkmaları, popüler kültürün sanırım en büyük eleştirisi. 

Ben bir rehineydim ama hepimiz bir şeylerin rehinesiyiz.

İşte böyle, bizim anti kahramanlarımız bir şeylerin esiri olmamak adına, buna herkesin delirdiği para da dahil, yeniden bir aradalar ve temel neden kardeşlik bağı …

Altered Carbon (2018 – )

Creator : Laeta Kalogridis

Başrol:   Joel Kinnaman, James Purefoy, Martha Higereda,Chris Conner, Dichen Lachman …

IMDB Puanı:  8,2

Benden:  9,4

Türkçesi: – (Kelime çevirisi “Değiştirilmiş Karbon)

Bölümler ve Yönetmenleri :

Sezon 1 Episode 1 … Out of the Past / Miguel Sapochnik
Sezon 1 Episode 2 … Fallen Angel / Nick Hurran
Sezon 1 Episode 3 … In a Lonely Place / Nick Hurran
Sezon 1 Episode 4 … Force of Evil / Alex Graves
Sezon 1 Episode 5 … The Wrong Man / Uta Briesewitz
Sezon 1 Episode 6 … Man with My Face / Alex Graves
Sezon 1 Episode 7 … Nora Inu / Andy Goddard
Sezon 1 Episode 8 … Clash by Night / Uta Briesewitz
Sezon 1 Episode 9 … Rage in Heaven / Peter Hoar
Sezon 1 Episode 10 … The Killers / Peter Hoar

Sezon 2 Episode 1 … -/ –
Sezon 2 Episode 2 … -/ –
Sezon 2 Episode 3 … -/ –
Sezon 2 Episode 4 … -/ –
Sezon 3 Episode 5 … -/ –
Sezon 4 Episode 6 … -/ –
Sezon 2 Episode 7… -/ –
Sezon 2 Episode 8 … -/ –

2 Şubat 2018’de Birinci sezonu 10 bölüm halinde yayınlanan dizinin (8 bölümlük bir ikinci sezonuda olacak umudunu taşıyoruz. ) bütcesi o denli yüksek ki, her bölümü ayrı bir sinema filmi tadında.

Bire bir kelime çevirisi ile değiştirlmiş karbon ismi, karbon yaşam olarak adlandırılan biz insan oğlunun bedensel değişimiden geliyor. Nedir karbon yaşam hemen kısaca değinelim; “Karbon olmasaydı DNA, proteinler, yağlar, şeker, kas ve yağ dokusu veya yaşamı oluşturan hiçbir madde var olamazdı. organik yaşamın oluşmasında en yaygın olanı karbondur. Çevrenizde gördüğünüz her yaşam kırıntısı, karbon ve oksijenle şekillenmiştir. Nasıl ki yıldızların temel yapı taşı helyum ve hidrojen ise, hayatın yapı taşı da bu iki elementtir. “

Bu bilgilerin ne işe yaradığını diziyi izlemeye başlar başlamaz anlayacaksınız. Ölümsüzlüğün keşfi ile bedenlerimizin sadece üstümüze giydiğimiz kıyafetlere dönüştüğü ama yinede 1984 vari kaotik ortamların yaşandığı bir dünya ile karşı karşıyayız. Tabi ki böyle bir dünyanın içinde yapay zekalar da en üst düzeye erişmiş durumda, bu en üst düzeyden kastımız, programlanabilirlikten öte, insan gibi kişiliklere sahip olmaları.

Richard K. Morgan ‘ın Takeshi Kovacs serisi olarak bilinen 2002 ve 2003 yllarında yayınlanmış olan 3 romandan ilkinin ismi Altered Carbon. İkinci kitap; Broken Angels, üçüncü kitap; Woken Furies

Eğer dizimiz bu üçleme doğrultusunda devam edecekse, “Elçi” olarak adlandırılan Takeshi Kovacs’ın merkeze alındığı diğer hikayeleri de ete kemiğe bürünmüş halde izleyebileceğiz.

Neyse biz dizimizin birinci sezonuna dönelim. Yıl 2384. Artık ölümsüzlük keşfedilmiş durumda. İnsanların bilinçlerinin yedeklendiği, boyunlarımızın arkasına takılan diskler ile yıllar sonra bile başka bedenlerde yaşamaya devam ediyoruz. Bu kayıtlara kortikal bellek diyoruz. Pek tabi olarak “aa öldüm hadi başka bedene” durumu mevcut değil, yıl olmuş 2384 ama yine dünya zenginlerin ve fakirlerin arasında geçiyor. Demek ki neymiş bu belleği başka bedene taşımaya da para gerekiyormuş. Başrolümüz karizmatik, Takeshi Kovacs bir suçlu ve suçlular uyutulma cezası aldığından 250 yıllık bir uykudan uyandırılarak dizimiz başlıyor, hayırlı uğurlu olsun.

Olsun olsun da, Kovacs o kadar basit bir suçlu değil tabi ki! Öncelikle eskiden devlet için çalışan bir polisken, isyancılara katılarak elçi oluyor yani suçuluğu burdan geliyor, sisteme baş kaldırışından. Kitap serisini okuyup diziyi izleyecekler için belirtilmeli ki görsellik adına kitaptan 1 bölümden sonra neredeyse tamamen kopuluyor, haberiniz ola.

Peki bizim Kovacs’ı km neden uyuadırıyor? Laurens Bancroft çok zengin bir abimiz ve cinayete kurban gidiyor. ve tatam ! Katilini bulmak için bizim Kovacs’ı uyandırıyor. Ve dizimiz hem Bancroft’un katilini bulma çabası içinde ki Kovacs’ın aynı zamnda kendi geçmişi ile de karşı karşıya gelidiği bir hal alıyor.

Çok detay sever ve dikkatli izleyiciler için nefis ayrıntılar dizide var. Ben diziyi izledikten sonra kitabı okumak için aldım. Diziyi de ikinci kez izlemeye karar verdim. Kaçırdığım o kadar şey olmuş ki inanamadım. Bir iki örnek vereyim. “Poe” karakteri Edgar Alen Poe’den ilham alınmış. Kovacs uyanırken hangi gezegendeyim diye soruyor, ki asında Dünya’lı değil, falan gibi kişisel zevkler diyelim.

Bu kadar hikaye kısmı yeterli artık dizimiz başladı, hadi iyisiniz, zira son zamanlarda izlediğiniz en iyi dizilerden biri ile karşı karşıyasınız.

Artık sizi dizi ile baş başa bırakmak istesemde son son şunu da yazayım. Netflix de dizinin yaratıcı fragmanlarından biri olarak konulmuş bonus videolar var. Ölümsüzlüğün tarihi isimli bu videoyu da mutlaka izleyin. Aslında dizi ile ilgili nefis bir kısa özet burada. Bu video da ölümsüzlükle ilgili Steve Aoki isimli Yaratıcı girişimcinin şu cümlesi cidden etkileyici ” Ölümü bir hastalık olarak görüyorum, tedavisi mümkün bir hastalık.”

Tarihin her döneminde ikili bir mücadele mevcut. Burada da insani olanla, mekanik olan arasında bir mücadele kaçınılmaz olarak var. Aşk tabi ki olmazsa olmaz olarak var. İhanet, cinsellik, teknoloji, cinayet, dövüş … vs. kasveti ve kaotik bir ortam içerisinde bizlere sunuluyor. İyi ve kaliteli oyunculuk, sinema filmi bir görselli. Heyecanı hep canlı tutan senaryo. Dizi ile ilgili felsefi temelli tartışmalar mutlaka yapılabilir ama bu dizi tanıtım yazısından çıkmak olur. Size izlemenizi kesinlikle önerdiğim bir yapım.

Hakan: Muhafız | The Protector (2018 – )

Creator: Binnur Karaevli

Yönetmen:  Can Evrenol, Umut Aral, Gönenç Uyanık, Gökhan Tiryaki

Başrol:    Çağatay Ulusoy ,  Ayça Ayşin Turan, Hazar Ergüçlü, Okan Yalabık, Burçin Terzioğlu, Funda Eryiğit…

IMDB Puanı:  6,9

Benden: 6

İngilizcesi : The Protector

Evet, merakla beklenen dizi sonunda izleyicisi ile buluştu. Uluslar arası bir platformda tamamen bizden bir yapım olunca haliyle bir heyecan duyuyor insan.

Hakan: Muhafız, Çağatay Ulusoy

Bizim dizilerimizin her bölüm sinema filmi tadında 2 saat olarak oynadığını düşünürsek, toplam 18 bölüm olarak çekilen ve birinci sezon 10 bölüm, ortalama 35-40 dakika, tekmili birden yayınlanınca, insan bir ne oluyor duyusuna kapılıyor tabi.

Tabi bu duygu Netflix ortamını bu dizi le ilk defa tecrübe edecek olanlarda daha daha fazla kendini gösteriyordur zira bizler zaten bu platforma alışık olduğumuz için, bizim bünyemizde bir değişikliğe neden olmadı.

Hakan: Muhafız, Hazar Ergüçlü, Zeynep

Dizimizle ilgili fikirlerimizi zikretmeden evvel, konusunu kabaca özlemekte fayda görüyorum:

Hakan: Muhafız, Gömlek

Efendim, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra bakıyor ki bu güzide şehrimiz ilerde çarpık yapılaşmaya, trafik keşmekeşine, şiddet ve bireyin yalnızlaşmasına kurban gidecek, diyor ki bu şehri muhafızlar korusun. Tabi bunları da düşünmüş olabilir ama Kostantiniyye’yi fethettiğinde şehrin içinde düşmanları olduğunu fark ediyor. Kedilerini İstanbul başta olmak üzere tüm Dünya’yı yok etmeye adamış 7 ölümsüz. Valla tarif bildiği insanoğlu ve küresel ısınmaya çıkıyor ama neyse.

Hakan Muhafız, Fatih Sultan Mehmet

Cihan padişahı bir gün rüyasında bu pis ölümsüzlerden nasıl kurtulacağını görür. Ölümsüze dokununca parlayan erdem yüzüğü, onu öldürecek hançer ve muhafızı koruyacak gömlek. Gizemli gömlek kutsal dualarla ve gizemli sembollerle oluşmuştur, muhafız bunu giyince artık tam bir savaşçı olur. İlk muhafızı Fatih Sultan Mehmet kendi seçer.

Hakan Muhafız,

Ve dizimiz, yakışıklı Çağatay Ulusoy ile bir baltaya sap olamamış arkadaşının görüntüsü ile başlıyor. Spolier sayılmaz tabi ki , son muhafızımız Çağatay’ın kendisi yani Hakan… Tatammmm…

Evet evet enteresan bir şey yok pek tabi böyle olacak. Şimdi bu muhafızımıza ezelden beri yardımcı olan bir gurup var: “sadık olanlar”

Hakan Muhafız, Yurdaer Okur

Bu grup muhafıza, yardımcı olmak için kendilerini adamışlar. Ayrıca muhafız, sadık olanlardan birinden çocuk yaparak muhafızlık mesleğinin devamını sağlıyor. Sadık olanların çocukları da “sadık olan” oluyor ve çok iyi bir yetiştirme ile ne görev verilirse canları pahasına onu yapıyorlar.

Hakan Muhafız, Ayça Aysin Turan

Üsteki resimde pek tabi muhafızımızın gönlünü kaptırdığı sıradan. Bakalım neler olacak 2. sezonda.

Şimdi kültürel yakınlığı bir tarafa koyarsak. Diziyi yapmışlar tamam, konu gizemi tarihimizin içinden mitsel binlerce kahraman ve konu çıkacak bir yere dayanmış tamam, İstanbul görüntüleri tamam.

Eeee be kardeşim, biri bizim Çağatay’a biraz rol yapmayı, doğal olmayı bi zahmet öğretseydi. Hadi burayı geçtik. Çocukluktan beri çok iyi eğitilerek muhafıza her türlü yardımcı olan “sadık olanlar” varken, yaş kemale ermiş, askerlik çağına gelmiş muhafızımız hiç eğitilmemiş olması, aklı bir karış havada, bir baltaya sap olamamış arkadaşıyla bu zamana kadar gelmesi ve sonra bu kardeşimize “sen muhafızsın, tüm İstanbul’un kaderi senin elinde” deyiver, ondanda bunu anlamasını bir anda ermesini bekle. Yav arkadaş yirmisine kadar sıfır sorumluluk ile gelmiş bir ergene ver gömleği hadi git memleketi kurtar demek nasıl bir senaristliktir ben anlamadım.

2. Sezon

İlk sezonda ki vasatlık aynen devam ediyor. Basit kurgu, anlamsız geçişler. Aptalca sayılabilecek yanlışlıklar. Muhafız arkadaşımızın kalın kafalığı, saçma sapan ağzından tükürükler saçarak bağırmaları. Of ki of.

Hakan Muhafız, Okan Yalabık, Burçin Terzioğlu

Sezon 3

7 bölüm olarak verilen 3. sezonda yep yeni bir karakter olarak, vezir var. Ölümsüzlerin başı olan kişi. Kim olduğunu daha çıkar çıkmaz anlamamıza rağmen, İstanbul’u koruyacak olan muhafızımız bir türlü anlamıyor. Cehalet erdemdir sözü bence bu dizide ki baş kahramana uyuyor. Ta Fatih Sultan Mehmet’ten gelen kültürden en azından bir gıtmık nasibi alsaymış çok iyi olurmuş. Yeni sezonda birde yeni sadık olanlar geldi ki, dizi komedi olarak sunulsa daha başarılı olabilirmiş. Hakikatten bu kadar kötü senaryo ve oyunculuk nasıl olur da 3 sezon sürer anlamak mümkün değil.

Hakan Muhafız, Funda Eryiğit

3. sezonda Nisan karakteri ile diziye giren Funda Eryiğit (amma da Nehir Erdoğan’a benziyor, o diye izledim hep:)) sanki bir tık diğerlerinden daha başarılı geldi bana ama ne yapsın bu senaryoda bu kadar bence.

Gerçekten diziye karşı acımasız olmak için özellikle bir çaba göstermiyorum ama çok kötü ya. Siren çalıyor İstanbul halkı ölümsüzlüğe çağrılıyor, o kahvedeki arkadaşların kalkışları nedir allah aşkına, oyuncu bulamamışlar, mahallede kim var kim yok toplamışlar. Komedi…

Birde öyle bir bitti ki, korkarım 4. sezon olacak. 🙂

Peki, ben daha saydırırım ama şimdi, ya bir şeyi de beğenin muhabbetini duyar gibiyim. Siz izleyin kendiniz bi bakın bakalım.

Barış, Mart 2020

Göster
Gizle