Amerikalı yazar Robert Jordan’ın fantastik serisinin uyarlaması olan dizinin baş rolünde Rosamund Pike yer alıyor. Kitap serisini okumamış biri olarak sadece izlediğim dizi hakkında bir şeyler söyleyebilirim. Dizinin, kitap serisinin fanatik hayranı tanıdıklarım tarafından oldukça sert eleştirildiğini, kitapla dizinin hiç alakası olmadığını söylediklerini de belirtmeliyim.
Sihrin var olduğu, özel güçlere sahip insanların hala etrafta rahatlıkla dolaşabildiği fantastik zamanlarda geçen dizi daha İlk bölümde diyor ki; yıllar önce büyük güçlerle doğan Aes Sedai’ler erkek ve kadınlar olarak farklı karakterdeydiler. Erkekler karanlığı hapsedebileceklerini düşündüler ama başarısız oldular. Erkeklerin bu başarısızlığı ile dünyanın düzeni bozuldu. Bu düzeni tekrar sağlama yükü Aes Sedai kadınlarına kalmıştı. Başarısız olan son Aes Sedai erkeği belli aralıklarla Ejder olarak tekrar Dünya’ya geliyordu ve karanlık ile savaşta gücün hangi tarafını seçeceği önemliydi. Peki, bu Ejder nerede, hangi ailede, kız mı yoksa erkek olarak mı gelecekti. Nasıl tanınacak ve doğru yola nasıl yönlendirilecekti.
Aes Sedai kadınlarından Mavi’nin temsilcisi Moiraine Damodred (Rosamund Pike) Ejder’i bulma ve doğruya yönlendirme görevini üstlenmiştir. Dizi ilk sezon da bu Ejderi bulma ve karanlığın merkezine yapılan yolculuk üzerine kurulmuş durumda.
Öncelikle belirtmeliyim ki, ben izlemeye başladım, olayların akışı, karşılaştıkları canavarlar, karakterler, geçtikleri yollar ile tam bir Lord of The Rings taklidi gördüm. Picasso diyor ki, “iyi sanatçılar taklit eder, büyük sanatçılar çalar.” ilk sekiz bölüm de Yüzüklerin Efendisi’nin vasat bir taklidinden başka bir şey görmedim. Zaman Çarkı’nda ki karanlığın ordusu Trolloc’lar Yüzüklerin Efendisi’ndeki Orc’ların neredeyse aynısı. Tabi yıllar geçiyor, teknoloji ve kalite iyileşiyor haliyle daha başarılı bir kostüm ve makyaj görüyoruz. Rosamund Pike dışında oyunculuklar o derece kötü ki anlatamam, nerede Yüzüklerin Efendisi nerede Zaman Çarkı.
Son dönemlerde yapılmış en iyi dizilerden biri olduğunu düşündüğüm Game of Thrones’la da kıyas kabul eder bir tarafı yok. Taht Savaşları’nı bir bölüm izleyin tüm sezonları bitirmek için can atarsınız, burası hakikatten çok zorluyor insanı. Karakterlerin zayıflığı, oyunculuğun vasatlığı, oyuncular kendi karakterlerine kendileri inanmamış ki bizi inandırsın. Öncülleri olan Yüzüklerin Efendisi’nde ve Taht Oyunları’nda oyuncular oynadıkları role öyle inanmışlardı ki, izlerken başka biri olduklarını düşünmenize imkan yoktu.
Diyaloglar sıkıcı diyeceğim ama diyemiyorum. Böylesine başarı yakalamış ve Lord Of the Rings ile karşılaştırılan bir seriden bu derece hiçbir şey söylemeyen bir dizi çıkamaz. Ya kitap klasik bir Amerikan yazar güncellemesi, yani boş ve vasat ama tüm dünyanın bir şekilde gözünü boyamayı başarıyorlar, ya da diziyi yapanlar kitaptan hiçbir şey anlamamış.
Çok fazla uzatılacak bir yazı değil. 8 Bölümlük çerez bir dizi. Kitap serisi hayranlarını üzdüğü kesin, kitabını okumayanlar için de bir şey ifade etmiyor, görsellik iyi, başlangıç müziği iyi, yapay ortam nispeten kaliteli, oyunculuk çok kötü, diyaloglar kötü, karakterlere bürünme yok, olaylar alelacele geçtiği için duygusal olarak ta oturmuyor.
İzlemezseniz bir şey kaybetmezsiniz. İzlerseniz bir şey kazanmazsınız. Bu türün meraklısı iseniz okuyanlar kitabı okuyun diyor.
“Dünya ve Zaman dengede durduğunda, puslu dağlarda bir rüzgar eser…” böyle başlıyormuş kitap, iyi bir başlangıca benziyor.
Barış, Mayıs, 2022